Monday, August 07, 2006

Yassıyer

DiyeIim ki, herkesin yamyassı olduğu garip bin ülkede yaşıyoruz. Bazılarımız üçgen, bazılarımız kare biçiminde olsun. Bazıları da daha karmaşık biçimli olsunlar. Yamyassı binaları­mızdan girip çıkıyor, yamyassı bürolara ve eğlence yerlerine gidip geliyoruz. Adına Yassıyer diyeceğimiz bu ülkede herke­sin genişliği ve uzunluğu var ama yüksekliği yok. Sol, sağ, ileri, ­geri kavramlarını biliyoruz, fakat yukarı aşağı kavramlarını bilmiyoruz. Yalnızca matematikçiler biliyorlar. Matematikçiler bize, “Dinleyin, bakın... Gerçekten çok kolay!. Sağı - solu düşünün. Tamam, ileri - geriyi düşünün o da tamam. Şimdi de başka bir boyut düşünün. Öyle ki, varolan çizgilerinize dik açı oluşturacak biçimde birer çizgi çıkın” diyorlar. Biz de, “Siz ne anlatmak istiyorsunuz?” yanıtını veriyoruz. “Yalnızca iki boyut biliyoruz. Üçüncüyü göstersene... Hadisene... Hani neredeymiş?” Bunun üzerine, matematikçiler, anlatamamanın ver­diği üzüntüyle çabalarından vazgeçiyorlar. Zaten matematikçi­lere de pek kulak veren olmuyor, sözünü ettiğimiz iki boyutlu varlıklardan.

Yassıyer’de yaşayan her kare yaratik, öteki kare yaratığı tek bir çizgi olarak, yani karenin kendine en yakın bölümünü çizgi olarak görmektedir. Karenin öte yanını, ancak oraya ka­dar kısa bir gezinti yapmak zahmetine katlanırsa görebilir. Fa­kat karenin içi hep bir sır olarak kalacaktir onun gözunde. Me­ğer ki, müthiş bir kaza ya da otopsi falan karenin içini açsın…

Günün birinde üç boyutlu bir yaratık -örneğin elma biçi­minde biri- Yassıyer’e gelir ve havalarda dolaşır. Cana yakın ve sevimli bir canlı-karenin evine girdiğini farkeden elma, boyutlararası bir dostluk gösterisiyle içi tutuşarak, “Merhaba” der. “Ben, Üçboyutlular diyarından bir ziyaretçiyim.” Zavallı canlı-kare evde çevresine bakar ve hiç kimseyi göremez. İşin tu­hafı, sesin yukarıdan geldigini anlayamayınca, kendi içinden gel­diği kuşkusuna düşerek durumu garipser de. Acaba rahatsız fa­Ian mıyım, der.

Bir ruh olduğu sanılmasından çekinen elma, Yassıyer’e iniş yapar. Yassıyer’liler diyarinda üç boyutlu bir yaratık ancak kıs­men varolabilir. Yalnızca bir kesiti görülebilir Yassıyer’de. Yani Yassıyer’in dümdüz yüzeyiyle temas halinde olan noktalarıyla kaimdir görüntüsü ancak. Yassıyer’de kaydırak gibi yürüyen el­ma önce bir nokta biçiminde görulecektir ötekilerin gözüne. Son­ra da giderek hemen hemen düzgün daire biçimindeki dilimler gibi. Kare yaratık iki boyutlu dünyasındaki odada önce bir nokta görecek, sonra da bu noktanın yavaş yavaş daire biçimini aldığını fark edecek. “Garip ve şekil değiştiren bu yaratık da ne­reden çıkıp geldi” diyecektir.

İki boyutlu dünyadan sıkılan elma, kare-yaratığa bir tekme atıp onu havaya gönderir. Böylece o da üç boyutlu dunyanın şaşırtıcı gizleri arasında dolaşır. Önce, kare neye uğradığını anlayamaz. Bilmediği bir dünyada bulmuştur kendini. Fakat az sonra, Yassıyer’e ilginç ve üstten bir yerden baktığını fark eder; “Yukarıya çıktım!” Kapalı odalara yukarıdan bakabilmektedir artık. Yamyassı arkadaşlarını üstten görmektedir. Başka bir boyutta yolculuk edebilmek bir tür X ışını görüşü ya da üstün bir görüş sağlar. Sonuçta düşen bir yaprak gibi, bizim canlı-kare yüzeye konar. Öteki kare yaratıklar açısından, kapalı oda­nın içinden kaybolan “bizimki” birden var olmuştur tekrar. Arkadaşları, “Neredeydin, seni göremedik?” diye sorduklarında, “bizimki” yanıt verir: “Az yukarılardaydım.” Omzuna vurur­lar geçmiş olsun der gibi. Bu aile üzülmeye zaten pek meraklıdır.

Madem ki, boyutlararası ilişkilerden söz açıldı, yalnızca iki boyutlular konusuyla yetinmeyelirn. Abbott’un önerisine uyarak bir tek boyutlu yaratıklar dünyasını gözönüne getirelim. Bu dünyada herkes bir çizgiden oluşuyordu. Hatta sıfır-boyutlu yaratıklar dünyasını gözönüne getirerek yalnızca noktalardan oluşanları da düşünelim. Fakat bu arada bir başka soru daha da il­ginç gelebilir. “Dördüncü bir fizik boyut olabilir mi?”

Şimdi bir küp oluşturalım, anlatacağım yoldan: Bir çizgi parçası alın. Belirli bir uzunluğu olsun. Bu çizgiye dik açı oluş­turacak biçimde aynı uzunlukta çizgi çizerek birleştirin. Bir ka­re elde ettik. Karenin dik açılarından çıkarak eşit buyüklükte çizgiler çizince bir küp elde ederiz. Bu küpün bir gölge verdiği­ni biliyoruz. Bu gölgeyi, köşe noktaları birbirine bağlı iki kare biçiminde çiziyoruz. İki boyutlu bir küpün gölgesini incelersek çizgiIerin birbirine eşit görünmediğini ve tüm açıların dik açı olmadıklarını gözleriz. Üç boyutlu cisim iki boyutlu duruma geçerken görüntüsü tam aktarılamamıştır. Geometrik projeksiyona başvurunca bir boyutun kaybıyla karşılaşırız. Peki, şimdi üç boyutlu küpümüzü alalım ve sahip bulunduğu dik açılardan çiz­giler çekerek dördüncü bir boyut verelim. Sağa-sola, öne-arkaya, yukarı-aşağı çizgiler çekerek değil, fakat aynı anda bu yönlere doğru tüm dik açılardan çizgiler çekerek. Bunun hangi yönde olduğunu sizlere gösteremem ama böyle bir durumda dört boyutlu bir küp, hiperküp yaratacağımızı biliyorum. Bu küpe Teseract adını veriyoruz. Size bir Teseract gösteremem çünkü üç boyut içinde kısılıp kalmış bulunuyoruz. Ancak size, bir Teseract’ın üç boyutlu gölgesini gösterebilirim. Bütün köşe­leri birbirine çizgilerle bağlantılı ve birbirinin içine yuvalanmış iki küp biçiminde görürüz. Fakat tam bir Teseract, yani dört boyutlu küp gösterebilmem için bütün çizgiler birbirine eşit ve tüm açılar dik açı olmalıdır.

Yassıyer benzeri bir evren düşünün. Bu evrenin sakinlerinin hiç haberleri olmadan iki boyutlu evrenlerini üçüncü bir fiziksel boyut nedeniyle yuvarlak yapalım. Yassıyer’liler kısa gezintilere çıkarlasa, evreni dümdüz görürler. Fakat biri, tümüy­le düz bir çizgi gibi görünen yolda uzunca bir gezintiye çıkar­sa, büyük bir sırla karşı karşıya gelir: Herhangi bir engelle karşılaşmadığı ve hiç bir geri dönüş yapmadığı halde, her nasılsa, hareket ettiği noktaya yeniden gelmiştir. İki boyutlu evre­ni eğrilip bükülerek bir kavis çizmiştir, üçüncü gizemli bir bo­yut yüzünden… Sözkonusu Yassıyer’li üçüncü boyutu bilmemekte ama anlayabilmektedir. Anlattığımız bu öyküdeki boyutları birer tane artırırsanız, bizlere uygulanabilecek durumu kavrarsınız.

Kozmos’un merkezi nerededir. Evrenin bir ucu var mıdır? O ucun ötesinde ne vardır, nereye uzanıyor? Üçüncü bir boyut tarafından eğrilmiş bir evrende merkez yoktur -en azından kürenin yüzeyinde yoktur-. Böyle bir evrenin merkezi o evrende değildir Ulaşılamayan bir noktada, kürenin içinde, üçüncü bo­yuttadır. Kürenin yüzeyinde yalnızca bu denli geniş alanlar varolduğundan, bu evrenin ucu yoktur, yani sonu vardır, fakat sınırsızdır. Ve daha ötede ne vardır sorusu bir gizemdir. Yassı yaratıklar, kendi başlarına, iki boyutlu evrenlerinin dışına çıkamazlar.

Bütün boyutlar birer tane artırılırsa, bizlere uygulanabilen durum ortaya çıkar. Merkezi ve ucu olmayan, ötesi bilinmez dört boyutlu bir süper-küre biçimindeki evren…

Yazan : Carl Sagan, Çeviren: Reşit Aşçıoğlu

Wednesday, August 02, 2006

Bilimkurgu Öykü Yarışması

Türkiye Bilişim Derneği'nin geleneksel Bilimkurgu Öykü Yarışması'nın yedincisi başladı.

Türkiye Bilişim Derneği'nin geleneksel Bilimkurgu Öykü Yarışması'nın yedincisi başladı. Dernek, düş gücüne ve kalemine güvenen herkesi yarışmaya katılmaya çağırıyor. Kazananların 1 Kasım'da açıklanacağı ve ödül töreninin 8 Kasım'daki TBD Bilişim Haftası Etkinlikleri sırasında gerçekleştirileceği yarışmada, büyük ödül bir adet kişisel bilgisayar olacak. İkinci gelen yarışmacıya avuçiçi bilgisayar, üçüncü gelen yarışmacıya ise dijital fotoğraf makinesi verilecek.

TBD Yönetim Kurulu üyeleriyle TBD Bilişim Dergisi Yayın Kurulu üyeleri dışında herkese açık olan yarışmaya katılacak olan öykülerin Türkçe yazılması, daha önce herhangi bir yarışmada ödül almamış olması gerekiyor. Her yazarın tek bir öyküyle katılabileceği yarışmada seçici kurul Hakan Erdem, Bülent Akkoç, Orhan Bursalı, Gökhan Tok ve Yasemin Altun'dan oluşacak. Dereceye girecek öyküler TBD Bilişim Dergisi'nde yayımlanacak. Öykülerin 1 Ağustos'a kadar Türkiye Bilişim Derneği, Çetin Emeç Blv. 4.C. No: 3/11-12 06450 A. Öveçler, Ankara adresine gönderilmesi gerekiyor. E-postayla katılım için de öykülerin aynı tarihe kadar bilimkurgu@tbd.org.tr adresine gönderilmesi isteniyor

Tuesday, June 27, 2006

Tesseract

Tesseract, bütün kenarları arasındaki açının 90 derece olduğu, bütün yüzeylerin eşit alana sahip olduğu, bütün ayrıtların eşit uzunlukta olduğu dört boyutlu bir kübün analojisine verilen isim... Biraz kafa yorunuz, işte dört boyutlu kübün iki boyuta indirgenmiş gösterimi:
İlk kez Carl Sagan'ın Cosmos'unda gördüğüm bir şekil. Yassıyer ise, iki boyutlu hipotetik varlıkların yaşadığı bir evren olsun... Bu iki boyutlu yaratıkların üçüncü bir boyutu anlaması imkansız. Kareler, çemberler, üçgenlerden oluşmuş bir evren. Otopsi, bu iki boyutlu yaratıkların bir kenarının kesilmesi anlamına geliyor. Aksi taktirde bir diğerinin "içini" göremiyorlar. Ve "yukarısı" onlar için anlamsız. "Yok canım, olmaz öyle şey".

Tesseract'ta bütün açılar dik mi? Köşe diyebileceğimiz bir yerden üç değil de dört tane mi dik eksen çıkıyor? Yok canım, olmaz öyle şey!

Yunanca tesseres aktines = dört ışın kelimelerinden Charles Howard Hinton tarafından türetildiğine inanılıyor. Kimileri de tetraküp demeyi tercih ediyorlarmış.

Dört boyutlu bir kübü yukarıdaki şekildeki gibi üç boyutta simüle etmek sağduyuya aykırı olsa da mümkün. Hatta şu an ekranınızda üç boyutlu küp de iki boyuta simüle edildiği için siz aslında dört boyutlu küp, tesseract'ın iki boyutlu bir analojisine bakmaktasınız. Pekala... Üç boyutlu bir kübü iki boyutta simüle edebilirsiniz. Çok basit; ilköğretimde defterlerimize çizdirilen küp resimleri... Defter iki boyutlu çünkü. Yukarıda yaptığımız gibi bir boyut daha aşağıya simüle etmeye ne dersiniz? Üç boyutlu bir kübü tek boyutlu bir doğru üzerinde nasıl gösterebilirsiniz? İşte size bir Gedankenexperiment.

Friday, January 27, 2006

Kara Koyun


Bir zamanlar herkesin hırsız olduğu bir ülke vardı. Geceleri herkes bir fener ve levye ile silahlanıp komşularının evine girerdi.Tan ağarırken çuvalını doldurmuş geri döndüğünde kendi evinin de soyulmuş olduğunu görürdü.Böylece herkes uyum içinde yaşardı , kimsenin durumu çok kötü değildi. Biri birini , o öbürünü soyar, böylece son insana kadar gelinir , sonuncu da o birinciyi soyardı.Bu ülkede ister sat , ister al sahtekarlık demekti. Hükümet insanlardan çalmak için kurulmuş bir suç örgütüydü , insanlar da bütün zamanlarını hükümeti aldatarak geçirirlerdi. Yaşam hiçbir sorun çıkmadan sürüyordu ; orada yaşayanlar ne zengindiler ne de yoksul.Sonra bir gün - nasıl olduğunu kimse bilmiyor - dürüst bir adam çıkageldi. Geceleri çuvalını alıp hırsızlık etmek için dışarıya çıkmak yerine evde oturuyor , piposunu tüttürüp roman okuyordu. Hırsızlar oraya gelip de ışık görünce geriye dönüyorlardı.Ama bu böyle gitmedi. Dürüst adama böyle rahat bir hayat yaşamakla havanın ona göre hoş olabileceğini , ama kimseyi çalışmaktan alıkoymaya hakkı olmadığını söylediler.Evde oturduğu her gece bir aile aç kalıyordu. Dürüst adam verecek yanıt bulamadı. O da tuttu tan yeri ağarana kadar geceyi dışarıda geçirmeye başladı , ama hırsızlık etmeye eli varmadı. Dürüsttü işte o kadar Köprüye kadar yürüyor , altından suyun akışını izliyordu. Sonra evine geliyor evini soyulmuş buluyordu. Bir hafta geçmeden dürüst adamın beş parası kalmadı , yiyeceği tükendi ; ev soyulup soğana çevrilmişti. Ama kendinden başka kimseyi suçlayamazdı. Sorun dürüstlüğüydü ; düzeni alt üst etmişti. Karşılığında kimseyi soymadan kendini soymalarına izin vermişti. Böylece her sabah birisi geri döndüğünde evini soyulmamış buluyordu - dürüst adamın bir gece önce soyması gereken ev- Çok geçmeden evler , evleri soyulmayanlar kendilerinin öbürlerinden daha zengin olduklarını gördüler elbette , onun için çalmak istemediler , öte yandan dürüst adamın evini soymaya gelenler elleri boş döndüler, yoksullaştılar.Zenginleşenler köprünün üzerinde dürüst adama katılmaya , onunla birlikte akan suyu seyretmeye başladılar. Bu karışıklığı daha da arttırdı. Zenginleşenlerin de , yoksullaşanların da sayısı arttı. Bu kez zenginler geceleri köprünün üzerinde geçirirlerse yoksullaşacaklarını gördüler. "Neden yoksullara biraz para verip bizim için çalmalarını sağlamıyoruz " diye düşündüler.Sözleşmeler imzalandı. Maaşlar yüzdeler belirlendi. Her iki tarafta pek çok sahtekarlıklar yaptılar elbette ; insanlar hala hırsızdılar. Ama sonuçta zenginler daha zengin , yoksullar daha yoksul oldular.Zenginlerin bir kısmı öylesine zenginleştiler ki , artık çalmaları ya da kendileri için çaldırmaları gerekmiyordu. Ama çalmayı bırakırlarsa çok geçmeden yoksullaşacaklardı ; yoksullar bunu sağlardı.Onun için yoksulların en yoksullarına mallarını öbür yoksullardan korumak için para verdiler. Böylece polis kuvvetleri kuruldu , hapishaneler açıldı. Dürüst adamın oraya gelişinden birkaç yıl sonra kimse çalmaktan , soyulmaktan söz etmez oldu , artık yalnızca ne kadar zengin ya da yoksul olduklarını konuşuyorlardı. Gene de bir miktar hırsız kalmıştı.Bir de dürüst olan o bir tek adam vardı , o da zaten çok geçmeden açlıktan öldü.
Italo Calvino - Kara Koyun

Tuesday, January 24, 2006

I Robot, Ama Asimov Değil


Cory Doctorow'a ait ve bu yılın İngiliz Bilimkurgu Ödüllerine(British Science Fiction Awards) adaylardan finalist öyküsü I Robot'u internet üzerinden de okuyabilirsiniz. Creative Commons ile lisanslanmış The Infinite Matrix webzine'da yayınlanan bu öykü dışında ingilizcesi olanlar için Charles Stross'un Accelerando adlı romanını da online lisansı ile indirip okuyabiliyorsunuz.

Wednesday, January 18, 2006

Bilimkurgunun İşlevi


Milattan önce 2.yy'da Samasota'lı Lucian'ın, Güneş'e ve Ay'a yolculuğu anlatan romanslar yazarken, 1657-1662 yıllarında Cyrano De Bergerac'ın, Voyage dans la lune ve L'histoire des etats et empires du soleil isimli eserlerini kaleme alırken 1835'te Edgar Allan Poe'nun da The Unparalled Adventures of One Hans Pfall adlı öyküsünü kaleme alırken birbirinden çok da farklı olmayan niyetleri beslediklerini düşünmek yanlış olmayacaktır... Ardından Jules Verne, HG Welles aynı ideallerle eserler ortaya koydular.

Sözkonusu eserlere üstünkörü bakan birisi bile, bilimkurgunun en temel işlevlerinden birinin farklı düşünebilme becerisi ile ilgisi olduğunu anlayabilir. Farklı düşünmek deyince sadece bir çeşit fanteziler dünyası kurup eğlenmek gibi bir sonucun ortaya çıkacağı düşünülebilir ama işin aslı öyle değil... Örneğin Cervantes'in Don Quijote'si de pek çok yönüyle fantastik kabul edilebilir. Ne var ki okuyucularına çılgın bir adamın gözünden dünyaya bakmayı öğretir, Cervantes. Ve bu sayede toplumsal bazı sorunları görebilmeyi, eleştiriler getirmeyi ve belki de öneriler sunmayı başarır.

Zaman zaman ömürlerine sığmasa da, farklı düşünmeyi bir yaşam tarzı haline getiren öncü beyinler toplumları değiştirmeyi başarmışlardır. Git gide daha fazla distopyalara benzeyen dünyamızda bilimkurgunun değeri de artmaktadır. Kalabalıklar her ne kadar uyuyor gibi görünse de bir şeylerin ters gittiğini de anlayabiliyorlar olsa gerek ki Matrix ve benzeri filmler bu kadar popüler oluyor. Öte yandan bilimkurgudan somut devrimci adımlar beklemek de hayal kırıklığı yaratabilir, bir film izleyip, ya da bir kitap okuyup dünyanızı değiştireceğinizi beklemek en azından her zaman gerçekçi olmayabilir. Ancak bilimkurgu farklı düşünebilmeyi bir disiplin haline getirme gücüne de sahiptir. Tam bir "B" film olan John Carpenter'ın They Live belki de birkaç karesiyle de olsa işlevi yerine getiriyor.