Wednesday, September 07, 2005

Martin Favelis'ten Gerçek Bir Hikaye

"Yıldızlararası yolculuk mümkün değil", "robotların hayatımıza girmesine daha çook var", "Aya yolculuk imkânsızdır" vs. diyerek bilimkurguya burun kıvıranlara ithaf olunur.

GERÇEK BİR HİKAYE

12 yaşımdayken geleceğin bilgisayarlardan oluşacağı söylendi bana. Şok oldum. Büyük bir hesap makinesi, pahalı bir saat, filmleri olmayan bir televizyon ve aptal bir oyundan oluşan bir alet takımının nasıl olup da geleceğin sembolü olacağını göremiyordum. “Göreceksin” dediler, “Bir bilgisayar vasıtasıyla herşeyi yapabileceğiz”. Bu yıllarda denizde yüzer, bisiklet kullanır, judo çalışırdım…ve illüstrasyonsuz kitaplar okumaya başlıyordum. Bir Commodore 64 bu hobilerimden herhangi birini nasıl yapabilirdi ki?


Yetişkinler bana çok fazla septik olduğumu söyledikten sonra gelecekteki bilgisayarların müzik, güzel sanatlar ve birçok günlük faaliyette kullanılabileceğini anlattılar. Aslında gerçekten de piyano çalmak için bir PC’ye ihtiyacım yoktu; renkli kalemlerimle çizim yapmaktan hoşlanıyordum; ışıkları mükemmel bir şekilde kendim kapatıp açabiliyor, dışarı çıktığım zaman kapılarımı kilitleyebiliyor, anahtarlarımı da paspasın altında saklayabiliyordum. Internet ya da dijital sistemler olmadan da yapabilirdim.

Ondan sonra geleceğin –bu 2000 yılıydı- süper arabalar, süper uçaklar ve gümüş renkli kıyafetler giyen ve hepsi de kel olan insanlardan oluşacağı inancı yayıldı. Bu inançla “Kuaförler, gelecekte de ayakta kalmak istiyorsanız bilgisayar bilimi çalışın” diyerek alay ettiğimi hatırlıyorum.



Bilgisayarların gelişimine inatla direnç göstererek büyüdüm. Ve de aynı anda arkadaşlarımı kaybetmeye başladım. Ben inadımı sürdürürken onlar elektronik masa tenisi oynuyor, nehire taş atmaktansa uzay korsanlarını bir ekranda vuruyordu. Ama ben hala onların “daha keskin görüntü tanımı”, “daha hızlı işletim sistemi” ya da “daha fazla RAM” tanımlarına gülmeyi sürdürüyordum.

Zaman geçti. Arkadaşlarımdan biri bilgisayar uzmanı oldu; diğeri çocuklara bilgisayar öğretti ve bir diğeri de bilgisayar oyunlarının yasa dışı kopyalarını sattı. Bir işe başvurmaya karar verdiğimde bir bilgisayar uzmanı olduğum konusunda yalan söylemek zorunda kaldım. PC’nin önüne bir kez oturduktan sonra hayatım süresince öğrenmeyi reddettiğim herşeyi birkaç ay içinde öğrenmek zorunda kaldım. Mouse’la yapmak istediğim bir iş konusunda başarısız olduğum zaman kuaförlerle ilgili yaptığım yorum geldi aklıma. En azından eğer bir kuaför olsaydım şimdiye kadar bilgisayarlarla ilgili birşeyler öğrenmiş olacaktım.

İş hayatında yaşadığım baskı bilgisayarlarla iyi bir dil konuşmamı sağlamadı. Fakat satranç bunu sağladı. Amatör bir satranç oyuncusu olarak yenilmez PC’mle oynayarak çok şey öğrendim. Daha sonra bilgisayarlar için müzik programları ortaya çıktı ve yine amatör bir müzisyen olarak elektronik öğretmenimden çok şey öğrendim. Daha sonra Internet beni öyle bir yakaladı ki, PC’mden lavaboya gitmek için bile uzaklaşamıyordum.

Bugünlerde sonunda bilgisayarına aşık bir insan olarak daha organize bir insan oldum. Şu andaki işim uzun saatler boyunca monitör karşısında oturmamı gerektiriyor, fakat uyumadan uyumaya bilgisayarımı kapatmayı başarabiliyorum. Yemek yemek için bile bunu yapabiliyorum.

Eski arkadaşlarım şimdilerde en büyük uluslararası bilgisayar şirketlerinin başkanları ve benim için bunu söylemek zor olsa da öyle zenginler ki işlerinin başında onları bulmak imkansız. Dünyanın dört bir köşesinde otelden otele geziyor, ayda bir dizüstü bilgisayarlarına banka hesaplarına yatan yığınla parayı kontrol etmek için bakıyorlar.

Şimdi ciddiye dönüyorum. Bu hikayenin ne vermek istediği bir ders, ne de öğretmek istediği birşey var. Bu sadece sıradan bir çocuğun anlattığı bir hikaye. Herhangi birinin hikayesi olabilirdi fakat benim oldu. Ve dürüst olmak gerekirse size birşey söylememe izin verin, kim ne derse desin bilgisayarlar insan hayatı için o kadar da hayati değil.

Bitirmek için sadece iki kelime: Game Over

Kaynak: http://www.nd-karikaturvakfi.org.tr/

1 comment:

neyfa said...

acaba bilgisayarın hangi yönüne atıf yapmalı; ayrı ayrı uğraştığın şeyleri bir arada kıvamında sunarak sağladığı "kolaylık" mı, insanı içine sürüklediği "zaman ve mekandan kopma" mı..
"zaman ve mekandan kopma" girdiğin boyutta yapabileceklerin gerçek yaşam haritası ile boy ölçüşebilecek konuma gelene kadar ben de önyargı besliyorum.
Kitapları hala sayfalarını çevirerek okumayı seviyorum, ama odamda değil de seçtiğim bir manzara kenarında aynı hissi yaşamak daha iyi olurdu, "kolaylaştırılmış" olsa da.
ben multivac gibi bir teknoloji isterdim, gerçekten koparmaktan çok onu daha farklı yaşamamı ve görmemi sağlayan birşeyler..
(3 boyutlu)