Sunday, July 24, 2005

Zamanda Yolculuk ve Heinlein

İsmet Berkan Radikal'deki köşesinde zamanda yolculuk fikri üzerine kısa bir yazı yazdı. Yazıda bir de bilimkurgu öyküsüne değiniliyor. Öykü Robert A. Heinlein'ın All You Zombies adlı öyküsü. Öykünün kısa bir özetini İsmet Berkan'dan aktaralım:

"Bir adam bara gelir ve barmenle sohbet etmeye başlar ve kendisini 'Evlenmemiş anne' olarak tanımlar. Barmen meraklanınca anlatır... Kendisi bir kız çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve doğumdan hemen sonra bir yetimhanenin önüne bırakılmıştır. O yüzden genç bir kızken kendi kendine söz vermiştir, 'Bir gün bir çocuğum olursa asla onu terk etmeyeceğim' diye. Ama bir gün karşısına bir adam çıkmış ve onu kandırmıştır, adamla beraber olmuş ve hamile kalmıştır ve bu arada adam da ortadan kaybolmuştur. Doğum çok ama çok zorlu geçmiş, sonunda bir kızı olmuştur. Doğumu gerçekleştiren doktorlar, başta rahmi ve yumurtalıkları olmak üzere bütün üreme organlarını aşırı tahribattan ötürü almak zorunda kalmış ve bu arada onun vücudunun içinde erkek organları da taşıdığını görmüş ve onu bir erkeğe çevirmişlerdir. O hastanede iyileşmeyi beklerken bebeği hastaneden çalınmıştır... O gün bugün sokaklarda sarhoş biçimde dolaşmaktadır... Öykü barmeni çok etkiler. Zaten barmen öyle sıradan bir barmen değildir, bir nevi zamanda yolculuk ajanıdır. Bizim adama, 'Gel seninle geçmişe gidelim ve sen seni kandırıp sonra terk eden o adamı bul' der. Adam kabul eder ve birlikte zaman makinesine biner, hamile kaldığı zamandan biraz öncesine giderler. Barmen adamı orada bırakıp 9 aydan biraz fazla ileriye gider ve hastanede doğmuş olan kız çocuğunu çalar, sonra o bebeği 18 yıl önceye götürüp bir yetimhanenin önüne bırakır. Sonra 18 yıl ileri gider ve adama geri döner. Adam o sırada bir genç kızla birlikte olmuştur. Adamı alır ve bugüne geri getirir. Aslında adam, kendi kendisinin hem annesi, hem babasıdır. Ve biraz sonra anlarız, barmen de adamın biraz daha yaşlanmış halidir sadece. Öykünün sonunda barmen, vücudundaki sezaryen izine bakar ve 'Ben nereden geldiğimi biliyorum ama peki ya siz Zombiler, siz nerden geliyorsunuz' der."

heinleinsociety.org'ta yazarın 1959 yılında yazdığı bu öykü ile ilgili kısa bir yazı daha var. Bilimkurgunun bu büyük ustasının zamanda yolculuk fikrini adeta mıncıkladığı bu öyküsüne ait bir zaman grafiği ise şöyle çizilmiş:

(resmin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz)

İzleyenler hatırlar; Geleceğe Dönüş (Back to the Future) film üçlemesinin ikincinsinde Dr.Emmet Brown da bu tablonun çok daha basit bir halini Marty McFly'a izah ediyor, ama paradoksal halden bizleri kurtaramıyordu. Isaac Asimov'un "Me, Myself and I" adlı öyküsü ve muhteşem romanı "End of Eternity"yi de zaman yolculuk fikrini "bitirmiş" bilimkurgu eserleri olarak hatırlatmakta fayda var. Zamanda yolculuk fikrine ait sözkonusu çağdaş bilimkurgu öykülerini hatırlatan bir "kıssa" da Kur'an'da var. Musa peygamber ve peygamber değil "nebi" olarak vasıflandırılmış Hızır AS'ın birlikte çıktıkları bir yolculukta Hızır'ın, Asimov'un End of Eternity'sindeki bir "teknisyen" gibi davrandığını görüyoruz. Bilemiyoruz Asimov, ünlü aktör Richard Burton kadar sık olmasa da Kur'an okumuş mudur yada göz atmış mıdır...

Blade Runner


Philip K. Dick'in "Do Androids Dream Of Electric Sheep?" adlı romanından uyarlanan, yönetmenliğini Gladiator ile oscarları toparlamış olan Ridley Scott'ın yaptığı, başrollerini
Rick Deckard rolünde Harrison Ford
Roy Batty rolünde Rutger Hauer
Rachael rolünde Sean Young
Gaff rolünde Edward James Olmos
Bryant rolünde M. Emmet Walsh
Pris rolünde Daryl Hannah
nın paylaştığı, müziklerini Evangelos Papathanassiou'nun (nam-ı diğer Vangelis) yaptığı, "visual futurist" sıfatıyla karanlık, zaman zaman gotik, pis yağmurlu atmosferini Syd Mead'ın kurduğu; bilimkurgu ve sinema deyince oluşturulacak listenin en üst sıralarında kendine tartışmasız bir yer edinecek bir sinema filmi Blade Runner. Yapım yılı 1982.

İçerdiği alt metindeki "varoluş" tartışmasıyla, "hayat" kavramı üzerine robot-insan anolojisini çok iyi bir aksiyon-düşünce oranında harmanlayan, polisiye, felsefe, aşk üzerine söyleyecek sözleri olan bir sinema filmi... Varlık-yokluk ve "hayat" kavramı; temelde ontoloji adını verdiğimiz disiplini kurcalayan, bugünün dünyasının karmakarışıklığı içinde unutup gittiğimiz ama insan olarak hiç bir zaman kaçamayacağımız soruları... kesinlikle doğru soruları soran bir film: Blade Runner.

Ölüm üzerine daha naif, daha düşündürücü bir tartışma açmak her zaman mümkün olmaz. Blade Runner bunu başarıyor. Roy Batty ile özdeşleştiğiniz an, insan olarak kaçamadığınız sorularla yüzleşiveriyorsunuz. O güne kadarki kaçışlarınız etkisini yitiriyor. Roy'a "eğlen, hayatın tadını çıkar" öğüdü verildiğinde Roy'un yüzündeki ifade, sizin de "hayat" karşısında giymekten kaçamayacağınız bir giysi gibi... Bir yanda gerçek hayat (insan), bir yanda simulasyon hayat (robot). Ve simulasyon hayatı ve anlamını fazlasıyla ciddiye alan bir robot: "Yaşamak istiyorum"... Ölümsüzlük...

Yağmurda kayboluveren gözyaşları gibi "yaşam"...

Sunday, July 17, 2005

Bilimkurgu ve İmkanları


"The branch of fiction that deals with the possible effects of an altered technology or social system on mankind in an imagined future, an altered present, or an alternative past."

“(Bilimkurgu) hayal edilen gelecekte, değiştirilmiş şimdiki zamanda veya alternatif bir geçmişte değişen teknolojinin veya sosyal sitemin insanlık üzerine olası etkileri ile ilgilenen kurgu dalıdır.”
Barry M. Malzberg (1981)


Birçok insan hala bilimkurgunun işe yaramaz, değerlendirmeye değmez bir kaçış edebiyatı olduğunu düşünüyor. Doğru, bazı bilimkurgu eserleri sadece vakit geçirmek veya eğlendirmek için yazılmış olabilir ama hepsi değil. Özellikle bilimkurgunun kaşıç edebiyatı olduğunu söyleyenlere JRR Tolkien’in fantazi edebiyatı için kullandığı cevap verilebilir: Bir hapishanede dört duvar arasında yaşayan bir mahkumun kaçmayı düşünmesinin nesi kötüdür.Bununla beraber iyi bilimkurgu eserleri, okuyucusunu düşündürür, “eğer şöyle olursa veya olsa veya olsaydı” sorularının cevaplarını merak ettirir ve dünyamıza yeni bir bakış açısından bakmasını sağlar. Bu iyi bilimkurgu eserlerini zamanının en iyi edebiyatının içine sokar.


En iyi bilimkurgu eserlerinden bir kısmı toplumu uyarmak için yazılmıştır. Bunlar toplumda sağladıkları etkiyle sıklıkla normal edebiyat eserleri olarak sınıfına sokulurlar. 1984, Fahrenheit 451, A Clockwork Orange (Otomatik Portakal) ve Brave New World (Cesur Yeni Dünya) gibi romanlar hem bilimkurgu okurlarından hem de normal okurlardan aynı saygıyı görmüştür. Bu kitaplar geleceğin disütopik bir görüntüsünü ortaya koyarlar ve toplumu anlattıkları geleceğe karşı uyarmaya çalışırlar. Böyle disütopik bakış açısına sahip çok bilinmeyen başka bilimkurgu eserleri de vardır. Mesela, “Make room! Make room!” (Yer açın! Yer açın!) içinde 35 milyon aç insanın yaşadığı New York kentini anlatır. Amerikan toplumunun nüfusun fazla artmasına karşı gelişen korkusunu yansıtır. Bir diğer disütopik konu nükleeer kıyamettir. Canticle for Leibowitz’de Walter Miller nükleeer savaş sonrası gelişen toplumu tasvir etmiştir.

Yelpazenin diğer tarafında görüşlerinin ne kadar çekici olduğunu göstermek için ütopya kavramını kullanan yazarlar vardır. Edward Bellamy sosyalizmin ABD’de nasıl olacağını göstermek için (tabii, sosyalizm ABD’de düşman sayılmadan önce) Looking Backward’ı yazmıştır. Looking Backward’da geleceğe yolculuk eden yolcu, sınıf farklarını ortadan kaldıran 20. yüzyıl ABD’sının ne kadar mutlu olduğuna şahit olur (Yanlış tahmin!). Ütopyalar bilimkuguda bazı politik felsefeleri anlatmak için de kullanılmıştır. Robert Heinlien The Moon is a Harsh Mistress’de liberal bir toplumun nasıl işleyebileceğini göstermek istemiştir. Ursula K. Le Guin de anarşist bir ütopya yazmıştır. Henlein’in kapitalist ütopyası karşı, hiç kimsenin mülkiyet sahibi olmadığı bir anarşist toplum hakkında bir ütopya olan The Dispossessed’i (Mülksüzler) öne sürmüştür. “The Dispossessed” bir toplumun nasıl yürüyebileceği ve kusurlarını anlatmak için mükemmel bir örnektir.

Tabii ki, toplumla veya politik konularla ilgili bilimkurgu eserlerinin çoğu ne ütopya ne de disütopyadır. Sadece okurların içinde bulundukları toplum hakkında düşünmesini sağlamak için yazılmışlardır. Örneğin, Ursula K. Le Guin’in The Left Hand of Darkness toplum ve cinsiyeti konu alır. Neal Stevenson’un Zodiac, The Diamond Age ve Snow Crash romanları toplum hakkında bilimkurgunun bakış açısından çağdaş sorunları konu alır.

Bazen bir fikire saldırmanın en iyi yolu onunla karşı karşıya tartışmak değil onu insafsızca hicvetmek olmuştur. Bilimkurgunun anlatım için, sadece yazarın hayal gücüyle sınırlanabilen, neredeyse sınırsız olanak sağlaması sebebiyle, hiciv için mükemmel bir yoldur. Heinlein’in Farnham Freehold’u beyazların köle olduğu ve özgürlükleri için mücadele ettikleri bir geleceği anlatır. Anthony Burgress, Clockwise Orange’da suçlulara karşı uygulanan adaleti hicvederken kişisel özgürlüğü vurgular. Belki hicivlerin içinde en ünlüsü Gulliver’s Travels’dır. Şu anda bilimkurgu değil bir klasik gibi görünse de yazıldığında dünyanın tam keşfedilmemiş olduğu düşünüldüğünde o gün için bilimkurgudur.

Bilimkurgu moral değerlerin sınırlarını görmek için de kullanılmıştır. Orson Scott Card’ın eserleri çoğu kez tüm toplumun menfaatleri için bir kişinin kendini feda etmesinin gerekliliği üzerinedir. Örneğin, Ender’s Game’de insanlığın geleceği 6 yaşındaki bir çocuğun ellerindedir. Pastwatch: The Redemption of Christopher Columbus’da bir uygarlık kendinden sonra geleceklerin iyiliğini garanti altına almak için kendini yoleder. The Worthing Chronicle’da kendini feda etmeyi tekrar tekrar inceler ve sonunda kendini feda etmenin olmadığı bir insanlığın ilerlemisinin durup tıkanacağı sonucuna varır.

Sonuçta, bütün bu kitaplar bilimkurgunun sosyal ve politik konuları diğer edebiyat türleri için imkansız sayılabilecek yollarda ortaya koyabildiğini göstermektedir. Açıkça bilimkurgu sadece genç erkekler için yazılmış bir kaçış edebiyatı değildir. En azından bir kısmı önemli konularla uğraşan ve toplumu etkileyebilen ciddi bir edebiyattır.